Çok beğendiğim için paylaşmak istedim. Bence çok güzel bir şarkı.
keşke filmi izleseymişim görüntülerden anladığım kadarıyla harikaymış...


"Cesaretin Varmı Aşka" adlı 2003 fransız yapımı bir filmdeki sahnelerle oluşturulmuş videosudur.

Bilinmeyen Saat Uygulaması

Hiçbir vücut ısısı değiştirmiyorsa mevsim normallerini
Sevmek de yok artık!
Sevmek yok artık!Hiç kimseyi!
Sen yaz saati uygulaması ben kış saati
Ortak bi takvimimiz bile olmadı!
Seni bir saat ileri almışlar beni bir saat geri
Bu zamanlar yoksa bize düşman mı?
Bilemem...Aklın kimde kalır?
Bilemem...Hatrın kimde kalır?
Bilemem...Kimler sensiz kalır?
Bilemem...Hangi yol düz gider?(Hangi yol güze gider?)
Bilemem aşklar ne için biter!
Söz-Müzik/ Cüneyt ERGÜN
Teselli yok biliyorum, çok severken ve hatta birlikteyken bitip gidenlerin acısına. Ayrılık değil çünkü kalbe düğüm atan. Ayrılığa bile bir ağrı kesici buluyorda insan, ayrılmadan kopmaya belki uzun uykulara sebep bir şifa gerekiyor... Uyurken unutmaya yarayacak... Her gidiş bitirir mi bir şeyleri? Her giden götürür mü en güzel şeyleri? Yok mudur dönenlerin bulut yüklü özlemle döndükleri? Olmaz mı, öyle çok ki... İşte bunu bilmektir belki o güzel gözlerin kederi "benimki neden böyle bitti"


Ayrılığın güzeli var mı?
Severken ayrılmanın yarası hep kanamaz mı?
Nereye koyar insan onca birikeni?


Sadece "sevmek" harekete geçirir donmakta olan bir kalbi. Ve hızla çarpan bir kalptir her seferinde dünya üzerindeki onca güzel şeyin sebebi...Yani... Sızlayan yerinden başlamalı bir insanı sevmeye. Sevgi kadar da sevilmektir bir acının yara bandı...


Erkekler, korku, güvensizlik yaşıyor mu?
"Ya giderse?" diye titriyor mu içleri?
Yollara dalıyor mu gözleri?
İç çekerken çok ağlamış çocuk gibi titriyor mu göğüsleri?
Aldırıyorlar mı karşılarındakilerinin suskunluğunu?
Affediyorlar mı?
Susuyorlar mı?
Bekliyorlar mı?


Sana anılarla bir güzel inşa edilmiş sağlam bir bina teslim ediyorum. Bahçesinde en nadide çiçekler belki hiç bilmeyeceğin sırları olacak o bahçenin ama sen yinede gözün gibi bak. Zorla açmaya kalkma kilitli duran hiçbir kapıyı. Kendiliğinden sana açılacaktır o kapılar. Toz tutmasına izin verme pencerelerinin. Duvarlarını örümcek ağları kaplamasın. İşin zor kısmı sana düşüyor. Yani sen koruyacaksın bu binayı güneşten, yağmurdan ve örümcek tutacak her türlü karanlıktan...
Yüzünde gülümsemen varya, işte o hiç eksik olmasın. O gülümsemen güven veriyor şimdi bana. Al, bir parçamı veriyorum sana...


Biz ateşin gücünü ölçerken unuttuk ateşin devamı için uğraşmayı...


İnsan yalnızca kendisi için seviyor karşısındakini.


"Kavanoz dipli dünya" derlerdi... Boş kavonozu alıp gözümü dayar, dünyaya kavanozun dibindeki kalın camından bakar, hiçbir şeyi net göremezdim... Komik komik olurdu tüm şekiller... Yıllar geçti, "Kavanoz dipli dünya" derlerdi... Gittiğim ilk cenazenin dönüşünde aklımın bir kenarına not ettim. "Bitimli" dünya imiş meğer...


Sadece hafta sonları anımsanmıyor iz bırakanlar.


Kalbimde birikirken onca şey; tıka basa dolduğunda fırlatıp atacak gibi o kapağı sanki. Dışarı taşacak hepsi, ki taştığı da olur sıklıkla... Ama mesele kalbin tıka basa olması değil dolan o kalbin bir kavanoza benzedikçe, kırılma, darmadağın olma payının yükselmesidir... Kalın camdan ve sağlam görünsede, yüksekten düştüğünde kurtuluşu, tamiri yoktur artık. İşte bu yüzden her birimiz bazen emin olmadığımız ellere teslim ettiğimizde o dolup taşan kalbi, içindekilerle parçalanma riskinide göze alırız. Belki de bu yüzden pürüzsüz ve kırıksız değildir hiçbirimizin kalbi...


GERÇEK İHANET

Kadın kocasının arkadaşı ile aşk yaşamaktadır. Her şey yolunda gibi görünen evliliğini nasıl bitireceğini bilememektedir. Çünkü kocası son derece düşünceli, zeki ve sevecen bir adamdır. Ancak ne yazıktır ki yatak odasında karısından uzakta yaşamayı tercih etmektedir. Kadın, kaçınılmaz sonuç olarak, en sık gördüğü adama aşık olur. Her cuma öğleden sonra buluşurlar. Cumalardan birinde kadın ve sevgili, sevgilinin evindeyken telefon çalar. Yanıt vermezler. Telesekreter devreye girer. Arayan, kadının kocasıdır. Kadın adeta, yakalanmışcasına irkilir ve kulak kesilir. Kocası her zaman olduğu gibi bu cumartesi de sevgilisini arkadaşının evine getireceğini, evin müsait olup olmadığını öğrenmek istediğini söyler. Sonra...Sonrası uzun bir sessizlik...

Kadın iş arkadaşına aşıktır. Ona daha yakın olabilmek için ailesi ile, yani karısı ve çocuklarıyla ilişki kurar . Hafta sonu gezileri, akşam yemekleri, ev ziyaretleri derken istediği olmuştur. Bir süre sonra adamla aralarında aşk başlamış, ama bu arada karısının en yakın arkadaşı olmuştur. Vicdan azabı ve tutku arasında gelgitli günler yaşamaya başlar. Bir gün kapı çalınır. Diafondan gelen ses, sevgilinin karısına aittir. Son derece soğuk bir sesle aşağıya inmesini, kendisiyle konuşmak istediğini söyler. Kalbi çarparak ve bacakları titreyerek aşağı inen kadın, apartman kapısında perişan bir yüz ve ağlamaktan şişmiş gözlerle karşılaşır. "Sen benim en iyi arkadaşımdın değil mi?" diye sorar sevgilinin karısı. Cılız bir "Evet" yanıtı aldığında devam eder. "Biliyordum beni aldatıyordu. Bugün bu mektubu buldum. Okumak ister misin?" diye mektubu uzatır. Korkular içinde mektup açılır. Mektup üçüncü bir kadından gelmekte ve adamla bir süredir devam eden ilişkilerini anlatmaktadır. Aldatılan kadın ağlayarak devam eder. Konuşmaya; "En iyi arkadaşımsan, bu kadını benimle birlikte bulacaksın."
Sonra... Sonrası tarif edilmez bir sessizlik...


Her ayrılık mutlak bir sonbahar değildir. Kimbilir, belki de kapıyı çekip giden daha iyi bir hayat bırakmıştır size. Kimbilir belki de o kapının ardında daha uzun ve daha çiçekli bir yol vardır. Dayanılan onca şeyin ardından bir hediye gelecektir. Belli mi olur?


Gitme vakti gelmişti artık. Oysa gitmeye hiç gücü yoktu...O kapı öyle kolay çekilmiyordu. Geride bırakılacak olanın yükü gitmekten ağırdı. Ama gitmek lazımdı... Gitmeliydi artık. Artık...


HİÇ BİTMEYECEK SANDIĞIMIZ ACILARDA BİTİYOR ZAMANLA...


Zaman nasıl olup götürüyordu, kendi rüzgarında olan her şeyi. Savrula savrula yaşarken alışıyorduk başımıza gelenlere, yenilmenin acısı bile bitiyormuş. Gün geldi tersini yaşadım. Yaşadım ve gördüm, o bile bitiyor. Her şey bitiyor...
Gidene üzülmüyor insan nedense ayrılıklarda. Kalana daha acı sanki her şey. Kimbilir, gidenin de kendince haklı bir nedeni vardır.


Aşk oburluktan ölür..
Sarah Bernard

Acaba kendimizi en çok savunduğumuz sırada mı alıyoruz en büyük yaralarımızı, en büyük budalalıklarımızı, en akıllıca davrandığımızda mı yapıyoruz acaba, rahatı ve güvenceyi en çok istediğimizde mi kaybediyoruz, en büyük mutluluklarımızı en çok korktuğumuz da mı acaba korktuğumuz başımıza geliyor?...

Kendimizi bu kadar savunmasak, bu kadar çok korumasak, yaralarımız, pişmanlıklarımız ve acılarımız daha mı az olurdu acaba?


İnsanları bu kadar çok denediğimiz, kendimizi kalkanlarımızın arasına böylesine iyi gizlediğimiz, hiçbir acıya ve sıkıntıya razı olmadığımız için mi en çok istediklerimiz en uzağımıza düşüyor, mutluluk ele geçmez bir masal kuşuna dönüşüyor.

Hayat seçimlerle dolu ve her seçim bir kaybediş...
Bir şeyi seçen, bir başka şeyi kaybediyor.
Ya da hiçbir şeyi seçemez ve her şeyi kaybedersiniz.


iki yürekten biri soğuk biri sıcaktır, sıcak olan yüreği çöpe atarlar, soğuk olan yürek pırlanta değerindedir.


Zırhlarımız, korkularımız, savunmalarımız, hesaplarımız, bizi hep bir şey seçmemeye götürüyor, aklımız "öbürünü kaybetmemeliyiz" diyor... Ve en akıllı, en güçlü, en zırhlı, en hesaplı olduğumuz zamanda, her şeyi kaybediyoruz, en çok istediğimiz bizden en uzağa düşüyor.


Aşk dedikleri, bir insandan küçük bir kil parçası alıp bir gün yıkılıcağını gizliden gizliye hep bilerek, o küçücük parçadan kocaman bir heykel yaparken kendilerinin de heykelinin yapıldığını bilmezler.
Sonra birden yüzlerini çevirirler.
Heykellerin kolları bacakları yanlış oynar, parçaları dökülür.
Her seferinde, yeni küçük kil parçalarından yeni heykeller yapmak için, arkalarında kırık bir heykel bırakarak zaklaşırken, aynı mahzun sesle, aynı sözcüğü söylerler.
-Elveda.



Kader kavramı yaşla gelen bir düşünce. İnsan gençken genellikle düşünülmez bu ve her olan şey kendi isteğinin ürünü gibi görülür. Kendini taş ardına taş dizip koşacağı yolu yapan bir işci gibi görürsün. Yalnızca çok çok ileri vardığında fark edersin ki yol zaten örtülüdür, bir başkası senin için çizmiştir ve sana orada yürümekten başka bir şey düşmez. Bu genellikle kırk yaşına doğru yapılan bir keşiftir, o zaman olanların yalnızca senden kaynaklanmadığını sezmmeye başlarsın. Bu tehlikeli bir andır, klootrofobik bir yazgıcılağa kaymak işten bile değildir. Alınyazısını bütün gerçekliğiyle görebilmek için bir kaç yılın daha geçmesini beklemen gerekir. Altmışına doğru arkanda kalan yol ötekinden daha uzunken hiç görmediğin bir şeyi görürsün: Aştığı yol dümdüz değildi. Kavşaklarla doluydu, her adımda deeğişik yönleri gösteren oklar vardı, şuradan bir patikaya sapıyordu ötekinden ormanın derinliklerinden yiten otlu bir yol. Bu sapakların birine farketmeden girdin, kimini görmedin bile, beğenmediğin yol seni nereye götürür hiç bilemezsin. Acaba daha iyi bir yer miydi, daha mı kötüydü. Bunu bilemezsin, ama genede pişmanlık duyarsın. Yapabileceğin bir şey vardı ama yapmadın, ileri gideceğine geri döndün.

"Ölüler yokluklarıyla değil de -onlarla bizim aramızda- söylenmeden kalan sözler yüzünden keder verirler"

Akmayan gözyaşları kalpte birikirler, zamanla kabuk tutarlar ve kirecin çamaşır makinasını tıkaması gibi kalbi tıkayıp felç ederler.

Yoldaki kavşaklarda başka yaşamlarla karşılaşırsın onları tanıyıp tanımamak, derinine yaşamak ya da es geçmek yalnızca bir anlık karar sonucudur; bunu bilmesen de dümdüz ilerlemekle sağa sola sapmak söz konusu olduğunda genellikle senin varlığınla, ve yanında olacak kişinin yazgısıyla oynanmaktadır.

Yalnızca acı insanı geliştirir. Ama acıyla göğüs göğüse gelmelisiniz, kaçmaya çalışan ya da ağlayıp sızlayan kaybetmeye mahkumdur.

Yolunu yitirdiğini şaşırdığını hissettiğin zaman ağaçları düşün, onların büyüme biçimini anımsa. Unutma ki yaprağı gür ama kökü zayıf bir ağaç ilk güçlü rüzgarda devrilir, oysa kökü güçlü ve az yapraklı ağaçta can suyu binbir güçlükle dolaşır. Kökler ve yapraklar aynı ölçüde gelişmelidir, olayların içinde ve üzerinde olmalısın, ancak böyle doğru mevsimde çiçekler ve meyvelerle donana bilirsin.
Ve sonra, önüne pek çok yol açılıp sen hangisini seçeceğini bilemediğin zaman, herhangi birine, öylece gitme, otur ve bekle. Dünyaya geldiğin gün nasıl güvenli ve derin derin soluk aldıysan, öyle soluk al, hiçbir şeyin senin dikkatini dağıtmasına izin verme, bekle ve gene bekle. Dur, sessizce dur ve yüreğini dinle. Seninle konuştuğu zaman kalk ve yüreğinin götürdüğü yere git!


Gün geliyor an geliyor, bir şeyler yapman gerekiyor ve sen yalnızsın. O kararı ancak sen tek başına, kendi başına amak zorundasın, aldığı kararı yine tak başına uygulamak zorundasın!


Bencil bir insanın yüreği sevgiye kapalıdır. Çünkü o sadece kendisiyle doludur., Başkasına yer yoktur orada, oysa verici sevecen kişinin yüreği her türlü sevgiye her zaman açıktır.

Bırak hayat bir nehir gibi aksın; olumlu düşün ki her şey olumlu olsun; dünyadaki kötülüklerinin kaynağı olumsuz düşünmektir.

Ölüyorum dostlarım
Bu kez son durak
Ama beğenmezsem geri gelirim
Ölümü de öğrenmiş olarak!




Uzakta kaldığı halde anılar insanın yanından ayrılmıyorlardı, ama objeler, beraberinde taşınmasına rağmen ne kadar uzak duruyorlardı.


Hayatın akışı çok nadiren insanın kendi eline geçer, ve o anları da insan zaten farketmeden geçirir. Zayıflığını ise ancak kaderin kendisini yendiği zaman fark eder. o zaman da yapacak pek bir şey kalmamıştır.


Kader zaten bu değil midir? Hayat insanın kendi arzusu, kontrolü dışındaki sürüklenişi değil miydi? tesadüf eseri kaderin getirdikleri hayallere uyuyorsa şans denilip geçiliyordu. Yoksa adı sadece "kader" olarak anılıyordu.



HAYATTA HERŞEYDEN KAÇMAMIZ İMKANSIZ...


Aldatılmışlığı aldatarak daha katlanır hale getireceğini sanıyordu insan. Ama hep aksi oluyordu.



-Eskiden kopmak kolay mı hatıralar bırakır mı insanı?
-Eskiden kopamazsan günü yaşayamazsın.



Arkada bıraktığı sevdikleri kadar özleyecekti bu toprakları. Bir avuç aldı. Ellerini yıkar gibi toprağa dolaştırdı avuçlarında. Parmaklarının arasından akışını hissetti. Aynı hayatın durdurulmaz akışı gibi...



Yeter ki, sevdiklerin bir daha hiç göremeyeceğin kadar uzak olmasın. Özlem o zaman yaman olur.

Yalnızlık iliklerine soğuk gibi işliyordu.


Özlemek ancak sevdiklerin olduğu müddetçe yaman olur.

Vedalaşmalar sadece sahnede olur zannederdim. Demek ki ben senelerce hayatın provasını yapmışım.

İnsana en büyük kötülük, kendi düşüncesiz kararlarından gelir.

Ne yapsalar, ne kadar mutlu olsalar, en keyifli anlarında bile hüzün onları yakalıyordu. Aslında hüzün hep onlarla beraberdi.



Hayatta hiçbir şeye sevinmek için acele etme, üzülmek için de...
Biliyorum ki öfke geçiyor. Bambaşka hallere bürünüyor duygular. Bir zamanlar uğruna ölürüm sandığım kişiler, olaylar, önemler, utançları başka bir şeye dönüşüyor... Unutmak üzerine kurulu insan sistemi. Biraz susabilmeyi bilmek gerektiğini anladım. Kelimeler çok keskin, çok acıtıcıdırlar ve kan döker. Bense beni şaşırtacak kadar dövüşcü olup ortalığı kan gölüne çevirebilirim. Ucundan kıyısından ağzımdan çıkanların tesirini gördüğümden bu yana bunu çok tercih etmiyorum. Susulmuş, söylenmemiş çok şeyim var ömrüm boyunca. Oysa ne çok anlatıyor gibiyim... Her zaman frene bastım. Giderek daha çok basıyorum ve daha çok yoruluyorum. Arkamda yaralı bırakmak istemiyorum. Çünkü biliyorum yaralı insan tehlikelidir.


Çok yakın bir zamana kadar sınandığıma ve doğru tercihler yaparsam daima ödüllendirileceğime inanırdım...
Oysa şimdi yine sınandığımı ama seçtiğim her yolun bitiminde aynı final olduğunu düşünmeye başladım...


Sesinde ne var biliyormusun
Ev dağınıklığı var
ikide bir elini başına götürüp
Rüzgarda dağılan yalnızlığını
Düzeltiyorsun
...
Cemal Süreyya


Her tercih kendilerini bekleyen aynı sona farklı yollardan farklı zamanlarda ulaşmasını sağalıyordu...
Neyi değiştirirse değiştirsin, o sonu değiştiremiyordu.


İnsan bazen başka hikayelere ağlarken içeride bir yerde kapısı aralık kalmış kendi hikayesine ağlar aslında..


Gerçekten insan yaşadığı onca şeyden sonra nasıl oluyor da yürek hala aynı hataları yapıyor!

Bir kiraz çekirdeği gibiydi insan kalbi. Her yıkımdan sonra dirençle yeni bir ağaca; her yeni yaşta yeniden çiçeğe dönüyordu.

SEVGİ TERCİH KABUL ETMİYOR!



Bir aşkı aşk yapan ilk olması mıdır bitimli olması mı?
Aşığı aşık yapan gideceğini bilerek sevebilmesi midir?






-ben gideyim
-biraz daha kal lütfen
-kalmam acını artıracak diye korkuyorum
-gitmen dindirir mi sanıyorsun :-( ?
-belki..

Dramların ya da trajedilerin en acıklıları eşikte yaşananlar değil midir? Giderken, ya da gelmişken, ama eşikteyken...


Bütün hayatı tutmak isteriz, hepsi kaçar avucumuzdan. Yalnızca başkalarınınki değil kendi hayatımızdır kaçan. Bütün kentlerde, bütün ülkelerde, bütün hayatlarda olma isteği neden? Hayata en yakın, ölüme en uzak olmak mıdır tüm bu çırpınmalar? Ama gerçekte ölüm gelir bunların ortasında bulur bizi.



ÜMİT ETMENİN DE BEDELİ VARDIR...





Umarsız yıkımlardan sonra oynanacak en iyi oyun: Her şeye kaldığın yerden başlama ve hiçbir şey olmamış gibi sürdürme oyunu...



Beklediği an gemişti
Bir minder uzattılar ayaklarının altına, ayakkabıyı ona uzattılar. Yüreği delicesine çarpıyordu şimdi. Minderlerin üzerinde ışıltıyla duran bu cam ayakkabı tekine uzattığı ayağı, hayatının en büyük dönemecine adım atıyordu. İlkin ayakkabının üzerine kaydu ayağını, ardından ayağına geçirmeye çalıştı. Ansızın bütün coşkusu, sevinci, umutları söndü.
O cam ayakkabı külkedisinin de ayağına olmadı.
Ertesi gün diye bir şey yoktu...



Yüzyıl Uyuyan Prenses


Bundan yüz yıl önce uykuya dalanla, bu uyandırılan aynı insan mı? Aynı insan kalabilir mi? Zaman, uykuda da geçse zamandır, kendini biriktirir.



Ben seversem yüz yıl öncesinin sevgisiyle seveceğim; oysa sevginin üzerinden yüzyıl geçmiş. O severse, beni üzerinden yüzyıl geçmiş bir sevgiyle sevecek. Aramızda kaç takvimin uzaklığı duruyor. Bir öpücük, yalnızca bir öpücük bu uzaklığı kapatmaya yeter mi?



Uyandırmak kazanmak da olabilirdi, yitirmek de...
Her şey iki dudağının ucunda taşıdığı öpücüğe bağalıydı şimdi, iki dudağın arasında yüzyıllık bir masal taşıyordu.
Prensesin yüzyıl beklemiş dudaklarına o masal öpücüğünü kondururken böyle karmaşık duygular içindeydi işte. SEVMEK İMKANSIZLIKTI.



Kendimizde beslediğimiz, kendimizde büyüttüğümüz, kendimizde saklı duran bir şeydir sevmek. O hep bizdedir, bizledir, usul usul biriktiririz onu, içimizde yığılı durur. Ve günün birinde ansızın karşımıza biri çıktığında sanırız ki içimizden boşalıveren bütün duyguları o taşımıştır bize.
Sevmek, kendi kendimizi büyülemektir;
Kendi kendimize yaptığımız bir büyü.
Ve her şey (arayışlar, pişmanlıklar, yanılgılar...) yeniden başlayacaktır.



Aşk, arzuyla olduğu kadar sabırlada beslenir.


Bir imam kalksın istiyor kimileri
Ve söz alsın suskun kalabalığın önünde
Boş hayal imam yoktur akıldan başka
Yalnız o gece gündüz yol gösterir bize



GÖZYAŞIYLA ÖDENMİŞ BEDEL;
TUZLU SUYLA GERİ VERİLMEZ.

Bir varlık için dünyanın sonu, herşeyden önce kendi sonudur.

Yol kimi zaman masallarda bezenir,tıpkı uykunun düşlerle bezendiği gibi;ama menzile ulaştığında gözleri açmak gerekir.


Gerçek aklı başındalığın başında bir delilik olduğu hep unutuluyor...

Aşk her zaman davetsiz bir konuktur.

Kendini feda etmek, hem cesaret hamde korkaklıktır biraz.


İyi bir kaptan, Atlantik'i Akdeniz'e dönüştürür; kötü bir kaptansa Akdeniz'i Atlantik haline getirebilir.

Delilik ölümlü olmanın bir özeti değil mi?

Computer Blogs - Blog Catalog Blog Directory BlogKüme'yi destekliyorum