Beyin ölümünde, beyinde ve beyin sapında kan akımı yoktur. Geri dönüşü olmayan bir ölümdür. Bitkisel hayatta ise beyin ve beyin sapında kan akımı vardır. Hastalar kendi solunumlarını yapabilir ve uzun süre yaşayabilirler.



"Dışarı bakan rüyadadır, içine bakan uyanışta."





Tümüyle emin olduğum hiçbir şey yok. Tümüyle inandığım bir şey de yok gerçekten. Tek bildiğim, doğduğum ve var olduğumdur.



Ortaçağda Suriye ve Mısır'dan kalkan gemiler Yunanistan ve Oniki Adalar'a mal taşırlarken koylardan geçerlermiş. Gemileri için gerekli olan suyu da bu koylardan alırlarmış.
Günlerden bir gün, suyu biten teknelerden birinin yaşlı kaptanının genç ve yakışıklı oğlu, su almak için geldiği bugünkü Belcekız koyunda, güzeller güzeli Belcekız'la tanışır. O kadar güzeldir ki Belcekız, genç kaptan görür görmez aşık olur bu yörük kızına. Belcekız'ın içi de bir hoş olmuştur genç kaptanı görünce. O günden sonra, koyu çepçevre saran dağların yamaçlarında, genç kaptanın gelişini özlemle bekler yörük kızı. Genç kaptan, su alma bahanesiyle koya geldikçe sık sık buluşmaya başlarlar.
Bir gün baba-oğul, bu koyun açıklarında fırtınaya tutulurlar. Genç kaptan, Belcekız'la buluşmalarından bu koyların bütün özelliklerini bilir. Dağların arasında rüzgarsız, kapalı, küçük bir koyun daha olduğunu, oraya sığınabileceklerini söyler babasına. Ancak, oğlunun gönül macerasını bilen yaşlı kaptan, onun kızı görmek uğruna gemiyi parçalayabileceğini düşünerek kabul etmez. Aralarındaki tartışma öyle çetin bir kavgaya dönüşür ki, yaşlı kaptan tam kayalıklara çarpacaklarını sandığı anda, bir kürek darbesiyle oğlunu denize atar. O an, denizin çarşaf gibi dümdüz, rüzgarsız bir koya açıldığını görür ama, iş işten geçmiştir...
Tepedeki kayalıkların üzerinde sevgilisinin gelişini beklayen Belcekız, onun öldüğünü görünce kendini kayalıklardan aşağı bırakır.
O günden sonra, güzeller güzeli yörük kızının canına kıydığı koya Belcekız, genç kaptana mezar olan diğer koya da Ölüdeniz adı verilir.


"Yaşamım bilinç dışının kendini gerçekleştirdiği öykülerden biridir."


Canının bir parçasını, en değerli varlıklaından birini beklenmedik bir anda yitiriverince, yitirilenin geride bıraktığı karanlık boşluğun içine düşüveriyor insan. Ondan kurtuluncaya kadar da hiçbir şeyi görmüyor gözü...


Ömür dediğin üç gündür
Dün geldi geçti, yarın meçhuldür.
O halde ömür dediğin
Bir gündür, o da bu gündür.


Şeytan yalnıca sunar,
İnsan isterse seçer.
Oscar WİLDE


Sonsuzluğunda sonu var elbet!



Yalnızlık paylaşılmaz
Paylaşılırsa yalnızlık olmaz...
Özdemir ASAF


Acıyı duygu olmaktan çıkarıp somutlaştırarak daha da dayanılmaz kılıyor.


Büyük yaraların sızısı, acılarla avuntuların dengelenmesiyle dinyor ancak...
Bir kaç yüzyıl önce Papa bütün Yahudilerin
Roma'yı terk etmeleri gerektiğine karar verir. Doğal olarak Yahudi toplumundan büyük bir tepki gelir. Bunun üzerine, Papa ile Yahudi toplumundan önde gelen birisiyle dini bir müzakere yapmalarını önerirler. Yahudiler kazanırsa kalacaklar, Papa kazanırsa gidecekler. Yahudiler çaresiz kabul eder ve temsilci olarak Moiz'i seçer.

Ancak Moiz'in Papa ile aynı dili konuşamaması nedeniyle müzakere de konuşmak yerine sadece işaret dilinin kullanılması teklif ederler. Papa kabul eder. Müzakere günü geldiğinde iki taraf karşılıklı yerlerini alırlar ve bir süre bakıştıktan sonra Papa elini kaldırarak 3 parmağını gösterir. Buna karşılık Moiz tek parmağını kaldırır. Papa parmaklarını sallayarak başının etrafında çevirir. Moiz ise parmağıyla yeri işaret ederek oturduğu yeri gösterir. Papa yanındaki çantadan bir parça ekmek ve şarap çıkartınca Moiz de bir elma çıkartır. Bunun üzerine Papa ayağa kalkarak "Ben pes ediyorum, Yahudiler kalabilir" der.

Müzakere sonrasında Papanın etrafında toplanan kardinaller Papaya ne olduğunu sorduklarında; Papa, "Ben önce 3 parmağımı gösterip "Kutsal Üçlü"yü işaret ettim. Buna karşılık, o bana tek parmağını gösterip her iki dinin de tek tanrıyı tanıdığını söyledi. Ben parmaklarımı sallayıp başımın etrafında çevirerek tanrının bizim etrafımızda olduğunu gösterdiğimde, o da oturduğu yeri işaret ederek tanrının onların durduğu yerde de olduğunu işaret etti. Ben kutsal ekmek ve şarap çıkarıp tanrının bizim günahlarımızı bağışladığını göstermek istediğim zaman da hemen bir elma çıkartıp bana ilk günahı hatırlattı. Herifin her şeye bir cevabı var. Ne yapabilirdim ki?"

Aynı sırada Yahudi cemaati de Moiz'in etrafını sarmış ona nasıl başardığını soruyorlardı. Moiz; "Önce bana 3 parmağını gösterip 3 gün içinde burayı terk etmemizi istedi. Ben de ona bir tekimizin bile ayrılmayacağını söyledim. O da, "Bütün şehrin Yahudilerden temizleneceğini" söyledi. Ben de "Hiç bir yere gitmeyip olduğumuz yerde kalacağımızı" söyledim. "Sonra ne oldu?" diye kalabalık heyecanla sormuş. "Valla, sonrasını bende anlamadım. Adam biraz hiddetlendi ve öğle yemeğini çıkarttı. Bunun üzerine ben de benimkini çıkarttım hepsi bu..."


Kafe duvarı yanılsaması olarak bilinen bu göz yanılgısı, Richard Gregory labaratuvarı tarafından keşfedildi. Her iki renkteki kareler düz olmasına rağmen eğik olarak görünüyor. Şekil yanılgısı cisimlerin olması gerektiğinden farklı algılanması anlamına geliyor. Bu da renk ve aydınlık yanılgılarında olduğu gibi, nesnenin etrafındaki cisimlerle beraber beyinde algılanmasında yatıyor.





Bazı sabit şekiller beyinde hareket ediyormuş hissi uyandırıyor. Bunlardan biri de Akiyoshi Kitoaka’nın yılanları. Buradaki yılanlar dönüyor gibi görünse de eğer, bir tanesinin ortasındaki siyah kareye sabit baktığınızda önce yavaşladıklarını sonra durduklarını fark edeceksiniz. Bu konuyla ilgili bilim adamları araştırmalarında, bu şekillere bakıldığında beyinde aktive olan alanların gerçek hareket algılayan bölümlerle aynı olduğunu gösterdi.




Resimler dikkatlice bakın lütfen...




Annesi, babası, çocuğu, sevgilisi, arkadaşı, kim olursa olsun bir insan, öbürüne ulaşabilmek için göze aldıklarıyla sevilir. Öbürüne ulaşmak yürek ister. Göze alabilmek ister. Bir insandan, bir başkasına geçmek, emek ister, sevgi ister, yürek ister. Bunlar bile köprüleri kurmaya yetmez bazen...



"Beş yüz yıldan beri, ülkenin hiçbir yanında kimsenin sevinçten ölmediği ileri sürülüyor."
G.C. LICHTENBERG




Kıskançlıkla nazar arasında benzer bir kimya vardır. İkiside negatif elektronlar saçar çevreye. Tek farkı, birincisi sahibine, ikincisi yönettiği kişiye zarar verir.




İnsanın en şiddetli hayal kırıklığı kendi kendini uğrattığıdır.
Bir insana asla ulaşılamayacak anlar vardır. Kim olduğu, neyiniz olduğu, nasıl biri olduğu hiç önemli değildir. Gidilen bütün yolları girilen bütün kapıları, görünen bütün perdeleri kapalıdır, kimse açamaz!



Bir adamın bütün sözcüklerle çığlığa döndüğünü duyuyorum
Uyanıyorum
Bir düş daha eksilmiş kafamda
Feyyaz KAYACAN



Hayallerimiz en saklı yüzümüze tutulan aynadır.



Ölüyorum Tanrım
bu da oldu işte
her ölüm erken ölümdür
biliyorum Tanrım
ama ayrıca aldığın şu hayat
fena değildir.
Üstü kalsın
Cemal SÜREYA



Bilmek her zaman kabul etmek değildir.




Göçmek; yüreği ikiye ayırmak ve bir yarısını sılada bırakırken; diğer yarısının sürekli kanamasına izin vermek demektir.
Olasılık teorisi sözde "şansa" bağlı olguları inceler; yani zarlar, yazı tura gibi. İstatistikte ise "Gerçek" olaylar hesaplanır, doğum oranları, ölüm oranları gibi. Diğer bir deyişle olasılık teorisi denklemler oluşturmak içindir, bunlarda istatistikleri elde etmekte kullanılır.


Laplace şeytanı; her şeyi bilebilen, geçmişi ve gelecekte olabilecekleri bilebilecek bir varlığı tanımlamak için kullandılar.


Gerçeği tahmin etmenin en iyi yolu doğru cevabı hesaplamak değil, en az yanlış olan cevabı hesaplamak olduğunu Laplace kanıtladı.


Deta, Alfa, Deta, Teta = Beyin dalgaları
Hertz biriminde ölçümle bir saniyede dalganın kendini ne kadar sık tekrarladığı görülüyordu. Dört beyin dalgası her zaman hareketli olur, ama bellirli süreler zarfında bir dalga diğerine göre baskınlaşır.


Alfa dalgaları; sakin yetişkinlerin yoğun dalgaları. Bu dalgalar en çok insan gün içinde hayallere daldığında yükselir ve o zaman bilinçsizliğe doğru bir kayış olduğu düşünülür. Bunun hafıza ve öngörüyle ilişkisi vardır.



Beta dalgaları; insanlar gözlerini açtıklarında veya aktif bir şekilde başkalarını dinlediklerinde, düşündüklerinde veya blgileri algıladıklarında hareketlenirler.


Tete dalgaları; yaratıcılıkla, rüyalarla ve fantazilerle ilgilidir. Bilinçli yetişkinlerde Teta dalgalarının baskın olması pek doğal değil. Ancak çocuklarda 13 yaşına kadar baskın olur.


Deta dalgaları; sezgileme gücüyle ilgilidir.




De Moivre şansın bir yanılması olduğuna inanıyordu. Hiçbir şeyin şans eseri olmadığını ileri sürdü. Yani, sözde rastgele, gelişigüzel olan her şeyin aslında bir fiziksel nedeni olduğunu savundu. Örneğin: Parayı havaya attığında bunun yazı ya da tura gelme olasılığı şansa bağlı değildir. Eğer para atıldığında bunu etkileyen tüm fiziksel faktörleri hesaplanabilirse, örneğin parayı fırlatan elin yüksekliği, yerden yüksekliği, parayı fırlatmak için ne kadar güç harcadığı, rüzgar veya hava akımı, paranın dolaşımı felan gibi, o zaman yazı mı tura mı geleceği yüzde yüz bilinebilir.


İnsanlar evrenin belli gerçeklerini ölçebilecek becerilere sahip değildir. Yani, olaylar her ne kadar rastgele görünsede, tamamen fiziksel gerçeklerle koşullandırılmıştır ve böyle belirlenirler. Böyle düşünenlerin akımına determinizim denir. Deterministler hiçbir şeyin belirsiz olmadığına inanırlar; her şey önceki bir sebebin sonucu olarak ortaya çıkar ama biz bu sebebin ne olduğunu bilemeyiz.


De Moivre; fiziksel verileri kullanarak sözde tahmin edilemez olan şeyleri tahmin ediyordu hep. Öleceği günü de öngördü. De Maivre, hayatının son birkaç ayında her gece on beş dakkika fazla uyuduğunu fark etti. O bir determinist olduğu için o veriyi doğal sonucuna kadar hesapladı. Eğer uykusu her gece on beş dakika uzarsa o zaman 24 saat uyuyacağı gece ölecekti. Bu günü de 27 Kasım 1954 olarak belirtti. Ve o gün, aynen hesapladığı gibi, De Moivre öldü.


Bir an için doğanın tüm güçlerinin ve bunu oluşturan tüm varlıkların konumlarını algılayabilen bir canlı olduğunu düşünürsek -ve bunun bu verileri inceleyebilceğini de düşünürsek- aynı anda evrendeki en büyük varlıkları en küçük atomları da hesaba katacak bir hesap yaparsa, hiçbir şey belirsiz değildir ve gelecek de, aynen geçmiş gibi, gözlerinin önündedir.
Laplace Olasılık Hakkında Felsefi Denemeler
















Şimdi belki sende benim gibi ölesiye yalnızsındır
Uçan kuşları gözlemektesindir tek başına...
Çamların yeşiline dalmış gitmiştir gözlerin
Radyo dinliyorsundur ya da susarak
Bir kitap okumaya çalışıyorsundur kimbilir...

Sonsuz güzellikte bir aşk düşünüyor olabilirsin
Belkide anılarını deşiyorsun, bir olmazı,
Bir açmazı derinden derine kurcalar gibi
Bir kahve içmeyi, bir elma yemeği kurarak,
Saatine bakıyor olabilirsin uykulu gözlerle
Çocukların oyununa dalmış gitmiş olabilirsin

Maphus gibi, tutsak gibi, belki kök gibi,
Yarını olmamak gibi bir duygu içindesindir.
Belkide kendini bağışlayamıyorsundur.
Benim hiç bilmediğim bir şeylerden ötürü
Kırık trenler gibi öylece kalakalmışsındır...
Kalkıp gidip çekirdek almayı düşünüyorsundur.
Ya da uyumak istiyorsundur her şeyi unutmak için
Belki sende benim gibi ölesiye yalnızsındır.
Avşar TUMUÇİN


(benim için çok özel bir şiir)



Her hayat hikayesi bitmiş bir aşktan yol alıyordu...
Ve her ayrılık bir mektupla başlıyordu.





Biz seninle...
Kocaman bir bahçe gibiydik. Büyük bir göl
Pufur pufur bir bulut...
Her aşkın ilk günü böyle midir?
İki kişi bir bütün olunca kaplar mı her yanı?




KAR
Karlı bir akşamdı Ankarada,
Son kez el ele yürümüştük.
Bitmesin istediğim yola,
Kısacık beraberliğimizin bütün
anılarını sığdırmıştık.
"Yazarsın bana" demiştin
"Bende yazarım sana sık sık"
Ağlıyordum...
Sen görmeyesin diye kaldırmıyordum başımı
Elimi daha sıkı tuttun.
Anlıyordun, bu ayrılığa dayanmıyordu kalbim.
"Öğrettiğim çiçek adlarını unutma" dedin
"Kelebekleri kitap arasında kurutma,
sık sık fotoğraf çektir yolla bana
Kitaplarım sana emanet
İncitme kimseyi
Kin büyütme kalbinde
Beni bekle..."
Yol bitti gidiyordun artık. Gittin.
Sokakta gördüklerimi, filmdeki artistleri
Sen sandım bir süre
Kin büyütmedim kalbimde,
Söz vermiştim sana diye,
kitaplarını okudum, kelebeklerine dokunmadım.
Öğrendiğim çiçek adlarına yenilerini ekledim.
En çok fesleğeni, çoban heybesini,
akşam sefasını sevdim.
Seni beklerken çok şey öğrendim.
Yolunu gözlediğim, sevdiğim ilk adam.
Nasılsa bulacaktır seni diye,
Her görüşümde aynı güçle seslendim.
"Uçak babama selam söyle!"
Beni kötü rüyalardan uyandıran,
sevdiğim ilk adam...
Bir bilsen seni nasıl özledim.
Kar yağıyor şimdi...
Otuz yaşım bitti
Kitapların bende, kelebek gibi kar taneleri
Kendi yolumda yürürken hiç unutmadım o cümleyi...
Selamını aldım babacığım.
Kin büyütmedim kalbimde
Küçük kızının gözleri hala senin çiçeklerinde...
UÇAK BABAMA SELAM SÖYLE!!!


Sana güzel bir yaz günü gelmiştim. Karlı bir sabahta gidiyorum. Beş mevsim yaşamışız beraber. Beş mevsim bir "İç denizi" kurutmaya yetti...
İşte böyle sevgili....
Biz artık seninle haritada iki küçük su lekesi,
Hiçbir nehir kavuşturamaz bizi...



Sevilenler, hep beklenenler... Ve beklenenler, hiç gelmeyenler...




Yani...
Hep aşkla bitmiyor hikayesi
İkisinden birinin...
Bitmiş bir aşkla başlasa da
Aşksızlıkla bitiyor
Kimi zamanda...


Bir aşkla kömüre dönmüştü kalbi
Ve
Hiçbir şey ete çeviremiyordu
Kömüre dönmüş bir kalbi...



Şu olup bitene var ya
Baş ver ona
Taş yağsın isterse, çok sürmez
Ne geçmişi düşün
Ne gelecekten kork



Şimdi belki sende benim gibi ölesiye yalnızsındır
Uçan kuşları gözlemektesindir tek başına...
Çamların yeşiline dalmış gitmiştir gözlerin
Radyo dinliyorsundur ya da susarak
Bir kitap okumaya çalışıyorsundur kimbilir
Belkide anılarını deşiyorsundur bir olmazı
Bir açmazı derinden derine kurcalar gibi
Bir kahve içmeyi, bir elma yemeği kurarak ,
Saatine bakıyor olabilirsin uykulıu gözlerle
Çocukların oyununa dalmış gitmiş olabilirsin
Maphus gibi, tutsak gibi, belki kök gibi,
Yarını olmamak gibi bir duygu içindesindir.
Belkide kendini bağışlayamıyorsundur
Benim hiç bilmediğim bir şeylerden ötürü
Kırık trenler gibi öylece kalakalmışsındır...
Kalkıp gidip çekirdek almayı düşünüyorsundur.
Ya da uyumak istiyorsundur her şeyi unutmak için
Belki sende benim gibi ölesiye yalnızsındır.
Afşar TUMUÇİN


SUÇLAMAMIŞTIM
ANLADIM SADECE...


ADAM KADIN ÇOCUK
Adam önce kitapları topladı
Kadın, kapısı kapalı, ağlıyordu.
Çocuk merdivenlerde oturmuş,
Zaman dursun istiyordu.
Bir ayrılığın üç dalıydılar.
Bitmiş ne varsa atma zamanıydı şimdi
Çocuk merdivenlerin basamaklarını saydı
Saçlarını çözdü, bir daha ördü
Kadın kapı kolunu tutmak, kapıyı açmak,
Adamın yanına gitmek istedi.
Adam resimleri ayırdı,
Bir ayakkabı kutusuna koydu.
Çocuk kapı ziline baktı,
Kadın duvardaki saate,
Adam açık olan pencereye
Bir ayrılığın üç kahramanıydılar.
Zaman durmuyor, adam kalmıyor,
Kadın engel olmuyordu.
Zaman duramıyor adam kalamıyor,
Kadın engel olamıyordu.
Çocuk boynundaki ipli anahtarla kapıyı açtı.
Çizgili defterinin arasından,
Kuruttuğu gelincik çiçeğini aldı.
Kadın balkon kapısını açtı.
Rüzgar perdeleri uçurdu.
Adam açık olan pencereyi kapattı,
Masanın örtüsünü düzeltti.
Bir ayrılığın üç adımıydılar.
Adam gitti...
Kadın kaldı...
Çocuk büyüdü...
Şimdi gelincik bir ayakkabı kutsunda,
Siyah beyaz resimlerle birlikte
Ayakkabı kutusunun anısı çocuğun kilitli kalbinde
Bir ayrılığın üç resmiydiler.
Adam, kadın ve çocuk
Perdeler, kapı kolu ve merdiven
Bir ayrılığın üç şahidiydiler...



Hiçbir yere dönüşü yoktur istenmeyenin...


Şimdi düşünüyorum da
Nasıl dayanmış bu acıya?
Her şey hazırken sevildiğini
Sanırken, nasıl katlanmış
Bu kadar büyük bir oyuna?



AĞRI TANI MERKEZİ
Ağrı tanı merkezinde ilk sabah...
Çare bulunmaz bir sızı, kutular içinde saklı kalanlar
Kırmızı kurdele, okumayı söktüğümde göğüsüme takılan,
On mektup ilk sevgilimden kalan,
Üzeri karalanmış satırlar kendi tarihini anlatan...
Dağılan savrulan ne varsa,
Aslında onlardan kalan bu ağrıyı yaşatanlar.
Yeni öğrendim,
Anılardan çıkmıyormuş ömürden çıkanlar.
Su altında kırdığım bardak,
Parmağımdaki kesik, suda dağılan kırmızı duman
Hiç unutulmayan,
"Bir daha göremeyecek miyim seni?" diye soran
Kargacık burgacık bir çocuk yazısı, yeni yılımı kutlayan.
Şimdi genç olmayan gözler, havaalanında el sallayan.
Ağrı tanı merkezinde ilk sabah...
Artık çekmecelerde tıkılı ömrümün artıkları
Gece ve gündüz gerekmiyor,
Anımsamak için sırtımdaki sızıyı
Duyduğum yerde o şarkıyı
Doluyor, kesip attığım, sildiğim, yok saydığım boşluklar.
Ve tarih tutmmuyor şimdi yeni alışkanlıklar.
Ağrı tanı merkezinde ilk sabah...
Ayrılıklar diş ağrısı gibi,
Ölümler kalp ağrısı gibi,
Yok sayanlar göz ağrısı gibi,
Ağrıyı tanımak artık ne işe yarar?



Kafasını kaldırmadan
Gözünü kırpmadan ama ah nasıl
Demirden bir bulut içinde
Kederle dinliyordu beni...



Büyüyorduk...
Korku filmleri korkutmuyordu artık
Daha önce Ayşegül vardı.
Şimdi de Aylin.
Aşk acı çekmekti...
Eğer bloğumu beğendiyseniz ve şiir seviyorsanız lütfen sizde bu bölüme paylaşın...
(paylaşımı yorum bölümünden yapabilirsiniz.)

PAMUK HELVA
O kadar kızgınımki sana
büyümeseydik çok isterdim küsmeyi
dudaklarımı büzüp
kaşlarımı çatarak bakmak isterdim şimdi sana
ama maalesef büyükçe kırılıyoruz
ve pembe renkli pamuk helva şekerler
mutlu etmiyor artık bizi
Ceyhun YILMAZ


Sesinde ne var biliyor musun
Ev dağınıklığı var
iki de bir elini başına götürüp
Rüzgarda dağılan yanlızlığını
Düzeltiyorsun
...
Cemal SÜREYA



Yalnızlığa dayanırım da, bir başınalığa asla
Yaşamak hoş değil öyle duvarlara baka baka
Bir dost göz arayışla
Saat tıkırtısıyla...
Korkmam, geçinip gideriz biz mutlulukla
Ama; "Günün aydın, akşamın iyi olsun" diyen biri olmalı
Bir telefon sesi çalmalı ara sıra da olsa kulağımda
Yoksa, zor değil, hiç zor değil, demli çayı bardakta karıştırıp,
bir başına yudumlamak doyasıya
Ama; "çaya kaç şeker alırsın?"
diye bir ses sormalı ara sıra...
Can YÜCEL



Yumdum gözlerimi...
...Yumulu gözkapaklarımın içindesin sevdiceğim
Yumulu gözkapaklarımın içinde şarkılar
Şimdi orada her şey seninle başlıyor
Şimdi orada hiçbir şey yok senden önceme ait
Ve sana ait olmayan
Nazım HİKMET
Computer Blogs - Blog Catalog Blog Directory BlogKüme'yi destekliyorum