Her hayat hikayesi bitmiş bir aşktan yol alıyordu...
Ve her ayrılık bir mektupla başlıyordu.





Biz seninle...
Kocaman bir bahçe gibiydik. Büyük bir göl
Pufur pufur bir bulut...
Her aşkın ilk günü böyle midir?
İki kişi bir bütün olunca kaplar mı her yanı?




KAR
Karlı bir akşamdı Ankarada,
Son kez el ele yürümüştük.
Bitmesin istediğim yola,
Kısacık beraberliğimizin bütün
anılarını sığdırmıştık.
"Yazarsın bana" demiştin
"Bende yazarım sana sık sık"
Ağlıyordum...
Sen görmeyesin diye kaldırmıyordum başımı
Elimi daha sıkı tuttun.
Anlıyordun, bu ayrılığa dayanmıyordu kalbim.
"Öğrettiğim çiçek adlarını unutma" dedin
"Kelebekleri kitap arasında kurutma,
sık sık fotoğraf çektir yolla bana
Kitaplarım sana emanet
İncitme kimseyi
Kin büyütme kalbinde
Beni bekle..."
Yol bitti gidiyordun artık. Gittin.
Sokakta gördüklerimi, filmdeki artistleri
Sen sandım bir süre
Kin büyütmedim kalbimde,
Söz vermiştim sana diye,
kitaplarını okudum, kelebeklerine dokunmadım.
Öğrendiğim çiçek adlarına yenilerini ekledim.
En çok fesleğeni, çoban heybesini,
akşam sefasını sevdim.
Seni beklerken çok şey öğrendim.
Yolunu gözlediğim, sevdiğim ilk adam.
Nasılsa bulacaktır seni diye,
Her görüşümde aynı güçle seslendim.
"Uçak babama selam söyle!"
Beni kötü rüyalardan uyandıran,
sevdiğim ilk adam...
Bir bilsen seni nasıl özledim.
Kar yağıyor şimdi...
Otuz yaşım bitti
Kitapların bende, kelebek gibi kar taneleri
Kendi yolumda yürürken hiç unutmadım o cümleyi...
Selamını aldım babacığım.
Kin büyütmedim kalbimde
Küçük kızının gözleri hala senin çiçeklerinde...
UÇAK BABAMA SELAM SÖYLE!!!


Sana güzel bir yaz günü gelmiştim. Karlı bir sabahta gidiyorum. Beş mevsim yaşamışız beraber. Beş mevsim bir "İç denizi" kurutmaya yetti...
İşte böyle sevgili....
Biz artık seninle haritada iki küçük su lekesi,
Hiçbir nehir kavuşturamaz bizi...



Sevilenler, hep beklenenler... Ve beklenenler, hiç gelmeyenler...




Yani...
Hep aşkla bitmiyor hikayesi
İkisinden birinin...
Bitmiş bir aşkla başlasa da
Aşksızlıkla bitiyor
Kimi zamanda...


Bir aşkla kömüre dönmüştü kalbi
Ve
Hiçbir şey ete çeviremiyordu
Kömüre dönmüş bir kalbi...



Şu olup bitene var ya
Baş ver ona
Taş yağsın isterse, çok sürmez
Ne geçmişi düşün
Ne gelecekten kork



Şimdi belki sende benim gibi ölesiye yalnızsındır
Uçan kuşları gözlemektesindir tek başına...
Çamların yeşiline dalmış gitmiştir gözlerin
Radyo dinliyorsundur ya da susarak
Bir kitap okumaya çalışıyorsundur kimbilir
Belkide anılarını deşiyorsundur bir olmazı
Bir açmazı derinden derine kurcalar gibi
Bir kahve içmeyi, bir elma yemeği kurarak ,
Saatine bakıyor olabilirsin uykulıu gözlerle
Çocukların oyununa dalmış gitmiş olabilirsin
Maphus gibi, tutsak gibi, belki kök gibi,
Yarını olmamak gibi bir duygu içindesindir.
Belkide kendini bağışlayamıyorsundur
Benim hiç bilmediğim bir şeylerden ötürü
Kırık trenler gibi öylece kalakalmışsındır...
Kalkıp gidip çekirdek almayı düşünüyorsundur.
Ya da uyumak istiyorsundur her şeyi unutmak için
Belki sende benim gibi ölesiye yalnızsındır.
Afşar TUMUÇİN


SUÇLAMAMIŞTIM
ANLADIM SADECE...


ADAM KADIN ÇOCUK
Adam önce kitapları topladı
Kadın, kapısı kapalı, ağlıyordu.
Çocuk merdivenlerde oturmuş,
Zaman dursun istiyordu.
Bir ayrılığın üç dalıydılar.
Bitmiş ne varsa atma zamanıydı şimdi
Çocuk merdivenlerin basamaklarını saydı
Saçlarını çözdü, bir daha ördü
Kadın kapı kolunu tutmak, kapıyı açmak,
Adamın yanına gitmek istedi.
Adam resimleri ayırdı,
Bir ayakkabı kutusuna koydu.
Çocuk kapı ziline baktı,
Kadın duvardaki saate,
Adam açık olan pencereye
Bir ayrılığın üç kahramanıydılar.
Zaman durmuyor, adam kalmıyor,
Kadın engel olmuyordu.
Zaman duramıyor adam kalamıyor,
Kadın engel olamıyordu.
Çocuk boynundaki ipli anahtarla kapıyı açtı.
Çizgili defterinin arasından,
Kuruttuğu gelincik çiçeğini aldı.
Kadın balkon kapısını açtı.
Rüzgar perdeleri uçurdu.
Adam açık olan pencereyi kapattı,
Masanın örtüsünü düzeltti.
Bir ayrılığın üç adımıydılar.
Adam gitti...
Kadın kaldı...
Çocuk büyüdü...
Şimdi gelincik bir ayakkabı kutsunda,
Siyah beyaz resimlerle birlikte
Ayakkabı kutusunun anısı çocuğun kilitli kalbinde
Bir ayrılığın üç resmiydiler.
Adam, kadın ve çocuk
Perdeler, kapı kolu ve merdiven
Bir ayrılığın üç şahidiydiler...



Hiçbir yere dönüşü yoktur istenmeyenin...


Şimdi düşünüyorum da
Nasıl dayanmış bu acıya?
Her şey hazırken sevildiğini
Sanırken, nasıl katlanmış
Bu kadar büyük bir oyuna?



AĞRI TANI MERKEZİ
Ağrı tanı merkezinde ilk sabah...
Çare bulunmaz bir sızı, kutular içinde saklı kalanlar
Kırmızı kurdele, okumayı söktüğümde göğüsüme takılan,
On mektup ilk sevgilimden kalan,
Üzeri karalanmış satırlar kendi tarihini anlatan...
Dağılan savrulan ne varsa,
Aslında onlardan kalan bu ağrıyı yaşatanlar.
Yeni öğrendim,
Anılardan çıkmıyormuş ömürden çıkanlar.
Su altında kırdığım bardak,
Parmağımdaki kesik, suda dağılan kırmızı duman
Hiç unutulmayan,
"Bir daha göremeyecek miyim seni?" diye soran
Kargacık burgacık bir çocuk yazısı, yeni yılımı kutlayan.
Şimdi genç olmayan gözler, havaalanında el sallayan.
Ağrı tanı merkezinde ilk sabah...
Artık çekmecelerde tıkılı ömrümün artıkları
Gece ve gündüz gerekmiyor,
Anımsamak için sırtımdaki sızıyı
Duyduğum yerde o şarkıyı
Doluyor, kesip attığım, sildiğim, yok saydığım boşluklar.
Ve tarih tutmmuyor şimdi yeni alışkanlıklar.
Ağrı tanı merkezinde ilk sabah...
Ayrılıklar diş ağrısı gibi,
Ölümler kalp ağrısı gibi,
Yok sayanlar göz ağrısı gibi,
Ağrıyı tanımak artık ne işe yarar?



Kafasını kaldırmadan
Gözünü kırpmadan ama ah nasıl
Demirden bir bulut içinde
Kederle dinliyordu beni...



Büyüyorduk...
Korku filmleri korkutmuyordu artık
Daha önce Ayşegül vardı.
Şimdi de Aylin.
Aşk acı çekmekti...

Comments (0)

Computer Blogs - Blog Catalog Blog Directory BlogKüme'yi destekliyorum